Songül Demir/Dış Ticaret

Tarih: 04.08.2025 12:09

Ölümün Sessiz Daveti

Facebook Twitter Linked-in

Ölümün Sessiz Daveti

Derler ki...
Ölmeden önce ruh, ölümün kokusunu alırmış.
Sanki çok uzaktan gelen bir fısıltı gibi…
Ne çığlık atar, ne kapıyı çarpar; sadece usulca gelir ve bekler.

O yüzden bazı insanlar, son zamanlarında öyle huzurlu, öyle sakin olurlarmış ki…
Bir yabancı baksa der ki: “İçinde fırtına olması lazım ama sanki deniz gibi.”
Oysa o deniz çoktan, derinlerde bir şeyle anlaşmış gibidir.
Belki bir vedayla, belki bir teslimiyetle…

Ruh, ayrılığı sezdiğinde bağırmaz.
Tam tersine, her şeyi sessizliğe sarar.
Çünkü bilir ki, artık susmak zamanıdır.
Konuşmak, tutmak, direnmek değil… sadece bırakmak.

İşte o yüzden bazı insanlar giderken güzelleşir.
Yüzlerine bir yumuşaklık, kalplerine bir hafiflik siner.
Ne kin kalır ne yük…
Çünkü o vakit, insan neyi bırakacağını bilendir.
Ve bilen, artık savaşmaz.

Ona “ölüm sakinliği sirayet etmiş” derler.
Ama belki de asıl sır, yaşamla ölüm arasında duran o anlarda;
Ruhun, her şeyin cevabını bulup
sessizce sustuğu zamandır.

Ve bazen insan, ölümü hissettiğinde
ölmekten değil...
yarım kalanlardan ürker.
Ama ruh, bir şekilde hepsini kabul eder.
Ne eksik ne fazla.
O an ne varsa, onunla helalleşir.

Küskünse affeder,
yorgunsa susar,
umut ettiyse dua eder…
Çünkü artık ne geçmiş düzelir
ne gelecek kurulur.
Sadece “şimdi” kalır —
ve ruh, işte o şimdiye usulca yerleşir.

İnsan göğe değil,
içine bakar son zamanlarında.
Cevaplar hep oradaymış gibi…
Zaten en çok o anlarda
gerçek sorular sorulur:
“Ben kimdim?”
“Kime ne bıraktım?”
“Kalbimi kirlettim mi, yoksa temiz mi gidiyorum?”

O yüzden bazı vedalar sessiz olur.
Çünkü o sessizliğin içinde çok şey söylenmiştir zaten.
Ve ölüm gelir…
Ne fazla, ne eksik.
Sadece zamanında.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —